26 Mart 2009 Perşembe

TAŞ PARÇASI

O kadar sessiz ki sokaklara bırakılmışlığınız

Bütün karnavalların hüznü üzerime çekerken

Şehir adam akıllı açken

Bir şeyleri oldurmaya

Ve arkamdan ıslık çalarak dolaşır keder

Gel gör ki neyin kederidir

Kendisi de bilmez

Oysa yağmura soru gerekmez

Yağar da yağar

Islanmaya kimsenin gücü yetmez

Bırakın yorumsuzunuz olayım

Uzak bir köy mezarlığının birkaç kilometre ötesinde

Unutulmuş bir taş parçası hatta

Geceleri ışığını sektireyim üzerimden

Parlayan bir yıldızın

Gökyüzü hatırlasın, siz unutun

Hatırladıklarınıza benzemesin sonum

13 Mart 2009 Cuma

SUYA BAKMAK


Bir su kıyısında oturuyorum:

Sesinin yırtılan kadifesinden hatırladığım bir tını yine duyuluyor. Balıkçılar yorgun sandalları kıyıya çekiyor. Nerde bir dalga salınımı hızlansa içim acıyor. Bazılarının alarga vakti çoktan geçmiş. Kim bilir kaç yitik gün daha böyle sessiz sedasız kıyıyı bekleyecekler. Sandallar da yaşlanır. Onların da el yordamıyla biçilmiş muhtemel bir ömürleri var. Balıkçılar bunu biliyor. Yorgun akşam seferlerinden her dönüşlerinde bir kez daha hatırlayıp bağ koparıyorlar mavinin yanan yüzüyle. Deniz mi onları bırakacak, yoksa onlar mı denizi? Her gün bu bitimsiz pazarlığın içinde sıyrılıp rakı kadehlerinde cevaplar buluyorlar.

“Her şeyin bir ömrü var” diyor yorgun elleriyle kent atlasları çizen adam. Bakıp bakıp unuttuğu gözlerime cevaplar bırakıp ipek yolları örüyor sır tutan hayatıma.

Bir su kıyısından dünyaya bakıyor hayata ağlar ören gözlerim.

Mezopatamya’da bir çocuk eski medeniyetlerin hikayelerini dinleyerek zihninde bir türlü yerleşmeyen imgelerle savaşıyor. Sen o çocuğun gözlerinde bir yer ediniyorsun kendine. Gittiğin sınır şehirlerinde bombalar patlatırken insanın karmaşıklaşan yanı, bir mayın tarlasının önünde çektirdiğin bir fotoğrafı yolluyorsun yılların ardından. Mezopatmayalı çocuk sana bakıp şaşırıyor. “Aklı da kendisi gibi kayıp bir yabancının tanrının unuttuğu bu topraklarda ne işi var?” diye düşünüyor. Hikayelerin insanları getirebildiği yerlere şaşıyoruz.

Bir su kıyısından parçalara ayrılmış kalbini izliyorum.

Yaralarımı tuzlu suya batırıp iyileştirmeyi umuyorum. İyileşmeyen yaralar kendi mevsimini yaratıyor her seferinde. Her seferinde biraz daha silinmiş oluyor ufuk çizgisi. Elimdeki tüy kalemle üzerine rötuşlar atıyorum. Çizgi yerinden biraz daha kayıyor. Hayatlarımız gibi sürekli oynuyor yerinden. Kalemimin ucu dünyayı kanatıyor. Biraz daha mı koyulaştırmalı? Bir şilebin geçişi beni durduruyor. Yaralarımız böyle de kapanmayacak, bunu biliyorum.

Bir su kıyısındayım.

Uğruna saatlerce kavga ettiğimiz eski bir kartpostal kıyıya vuruyor. Eski bir Prag kahvesinde Kafka ucuz tütün ve kahve içiyor. Prag’ın arka sokakları aşk ve ter kokusu üflüyor üzerimize. “Kafesin biri bir kuş aramaya gitti.” diyor Kafka. Saatlerce hayal kurup uğruna kavgaya tutuştuğumuz kartpostal, özgürken yaşamayı unuttuğumuz hayatı alıp sessizce sulara gömüyor. Şimdi başka kentlerde gün sayarken biz, kartpostal kıyıdan bir hayli uzaklaşıyor. Tutsaklığımız, yaşayalım diye bir kenarda beklettiğimiz güzel günlerimizin üzerini bir kum fırtınasıyla örtüyor. Çöl kumlarının arasında zar zor açabildiğin gözlerinin kıyısında kaçak bir yakamoz saklıyorsun. Bu deniz tüm sırlarımızı biliyor gibi. Birazdan kimse okumasın diye üzerimizi örtecek.

Bir su kıyısında akşamı bekliyorum.

Deniz kabarsa, taşsa diyorum. Aç bir ejdarha gibi kötü masalların içinden çıkıp gelse ve hepimizi yutmaya kalksa. Bu kirli kalabalık, bu anılar mezarlığı, kalbimizin bir kıyısında ahmak bir telaşla beklediğimiz alarga vakitleri, saatler, bombalar, inkarımız, itikadımız, ihtirasımız, bizi bizden eden ne varsa o ejderhanın mide kazıntısına kurban giden atıştırmalık bir öğünde harcansa. Sular kaplasa kentleri.

Yüzyıllar sonra yapılan kazılarda inancın kırık fosillerini bulsa insanlar. Bir aşkın çığ gibi büyüdüğü, kalplerin çığ gibi büyüdüğü, açlığın, sahiplenme duygusunun ve öylesine söylenmiş yalanların çığ gibi büyüdüğü bu zaman dilimine hayretle baksalar. Balıkların ve balıkçıların hikayeleri, çağının en büyük tanıkları sayılarak yeniden yazılsa…

Senin hayatı kurak bir toprağın suyu içine çekmesi gibi yaşayan yüzünden bir parça kalsa yarına, ne olur?

Bir su kıyısı düşü işte…

Suya içimden bakıyorum:

Artık yitik öykülerini elinden tutup kaldıramadığım bir ana doğru gidiyorum. Gece kulağıma geleceğini fısıldıyor. Hiç çağırmasam da beni yalnız bırakmayan bir tek o var. Yine oturup hiçliğin hücrelerine ayrılacağız birlikte. Gün doğacak diye düşünüp, onun bir pamuk ipliğine yazıldığını bir kez daha anlayacağız. Birazdan bu su kıyısından ayrılacağım. Balıkçılar da ayrılacak, sen de ayrılacaksın. Acemi bir kürek mahkumu gibi hayat yine omuzlarımıza ağır gelecek. Bir an önce bitsin diye dua edeceğiz önümüzde bilmem kaç deniz mili uzaklığında serilmiş oyunlarımız için. Mesafeler diline dolar insanı. O kadar aldanmışızdır ki, sonunda elimizde hep daha fazlasının olduğunu sanan ahmaklardan oluruz

“Denizi bir testiye doldursan ne alır? Bir günün kısmetini” diye yüzyıllar ötesinden kulağımıza fısıldar Mevlana. Biz bunu duyduğumuzda, bir çok şey için geç kalmışızdır

Suyu bırakıyorum:

Kimsenin bakmadığı bir tarafında bir kıyının, gözlerin beliriyor ve yıllar önce kalbimden kurşun akıtan sözlerimi çıkarıyorum sakladığım yerden. Senden değil, sulardan alacaklıyım artık.

9 Mart 2009 Pazartesi

MECAZ

“Mecaz sözcüklerin gerçek anlamı dışında kullanma sanatıdır

Can çekişen kalabalığın içinde dalgın yürüyorum saatlerdir. Gerekli işler halledildi. Görülmesi gereken insanlar görüldü. Yeri gelen sözcükler doğal bir kalıba oturtuldu. Neye dönüştüğünü bilmeden bir imaj yerleştirildi bu gerekli kişilerin kafalarına. Kent kalabalık. Sokaklar yaşam hevesinin ağırlığıyla dolup taşıyor. Arada bir martı süzülüyor gökyüzünde, kaldırıma solgun bir papatya düşüyor. –Papatyaların yolu yanlışlıkla düşer büyük şehirlere, martılar evvel aşklar masalları taşır ağızlarında yanlışlıkla ve zaten çoğu kez bulunduğumuz yere yanlışlıkla gelmişizdir.-

Gerekli işler, taşınan yükler ve anlamını bilmediğimiz hayatlarımıza zorla bir anlam biçme çabasıdır. İçimizden öylesine geliveren her davranış insanlar için küstahçadır ve buna süslü bir kılıf uydurulmalıdır. Yolun gidişatını değiştirmiş gibi görünmek, yolcu olmaktan korkanları rahatlatır ve böylece yola koyulan rahat bırakılır. Kaydırılan anlamlar ve süslü sözler gırtlağımıza tutunan iki eldir, yaşar gideriz onunla. Sokaklar geçer, düşler kıyar, aşklar tüketiriz. Mecazdır hayat. Eğer usturuplu bir yalanı yorgan edinmişse uykularınız ve her sabah uyandığınız yatakta vücudunuzu iğneleyen bir şeyler varsa durmaksızın, normallerine alıştığınız insanlar her gün bir uçurum kıyısını işaret ediyorlarsa yaşamlarınıza, kendinize evrende yeni bir paralel edinmenin vaktidir.

Dosdoğru söylediğiniz sözcükler iki ucu keskin bir bıçaktır. Kime çevirirseniz çevirin bir ucu çoktan kalbinize saplanmıştır. Unutmak kendisiyle yüzleşmekten korkanların ipek kalkanıdır. Nasıl da yırtılırlar. Oysa siz hiçbir şeyi unutmamışsınızdır. Zira unutmak yok saymaktır. Yok saymak, silinmeyecek bir yazıyı silme çabasıdır. “Aslında böyle demek istememiştimler” ile “İstersen şöyle anlatayımlar” arasında yüreğini bıçak altına yatırırken insanlar, hayat mecazdır.

Oysa gecenin sonunda güneş doğar ve suda bir balık çırpınır. Her şey daha güzel olsun, su daha berrak, pullarım daha parlak görünsün çabası değildir balığınki. Sadece balık oluşundan, hayatta kalması gerektiğinden ve bulunduğu sudan çok sıkıldığındandır tüm derdi. Bu yüzden insanlar balıkları küçümser, onları oltalarına takmak ister ve takarlar da. Fakat insanlar hiçbir zaman denizin uçsuz bucaksızlığını kestiremezler. Enginlik korkulu bir rüyadır. Tehlikeli ve uzaktır. Balık kadar cesareti yoktur içinde yaşamaya.

Kalabalığı geçiyorum. Mecazları geçemiyorum. İskeleye martı akını var. Martılar çocukları gülümsetir, yetişkinleri ağlatır. Eğer kalbinizden dünyanın ağır yükü gelip geçmişse, kırgın fakat umutlu gülümsetebilir sizi. Yarası elinde deli gibi koşturan insan yığınlarının arasında nefes almaya çalışan biri için az şey değildir bir martıya gülümsemek.

Deniz kokusu karada yaşayanların tutulduğu bir hayaldir. Zaman göz kenarlarımıza yeni çizgiler eklemek için mesai harcarken, biz yabancısı olduğumuz avuçların içinde harcanırken, deniz sınırların tükendiği bir hayat vaat eder gibi boylu boyunca serilir önümüze. Kentler denize kıyısı olanlar ve olmayanlar şeklinde ikiye ayrılırken, bir maviliğin içinde önce yitirip sonra buldurur kendini kalbimizin sürgün coğrafyası.

Bir günü daha yalnız bitirmenin kanamalı halleri bizi acıya tutundurur. Ertesi sabah yola düşülecek gibidir. Ertesi sabah soğuk ve uzak gölgelerimizi burada bırakıp bilinmeyen bir iklime göç edecek gibiyizdir. “Beni sevmediler hiç.” Dudaktan dökülür dökülmez ölen bir cümledir. Kalkar denize dökülür sonra. Martılar buna aldırmaz, sadece parende atarlar mavinin üzerinde. İnsanlar buna aldırmaz, sadece başkalarından söktükleri kalpleri ufalayıp denize atarlar ekmek niyetine. Bu yüzdendir ki, her martı atılan her ekmeği yemez.

İnsanlar, deniz kokusu, vapur kalabalığı ve şehir hatlarında yorgun ömürlerini tüketirler. Kıştır. Kış, dört mevsimde bir gelip, önümüze sahipsizliğimizi koyar. Ellerimiz kazaklarımızın kolları içinde, kalbimiz bitmeyen üşümelerden yorgun, yağmur ve ayaz göz çukurlarımızdan içeri sızıp dururken, yollar uzayıp günler kısalırken, mecazlar yakamızı bir türlü bırakmazken, ölümlü gözlerimiz düşlerimizi de ölümlü kılar.

Ne demeye mi çalışıyorum burada?

Aldırmayın, alt tarafı mecaz aslında.

4 Mart 2009 Çarşamba

REVOLVER

Bize dar gelen bir şeyler var

Sokaklar çamur besler damarlarında

Ve anılar yakıp çöp konteynırlarına boşaltır insanlar

Kazanılacak savaşları varmış gibi

Oysa her şey derin bir çukura dönüştüğünde

Gidilecek yerin olmadığı için,

Gidenlerden olursun

Sanki eskiden güzel bir şeyler vardı

Eskiden bizi oyalardı dünya

Ne çabuk eskide kaldı

Ben buradan yarına geçiyorum beyler

Son kadehi orada alacağım

Ben boşluğa geçiyorum beyler

Orada her şey daha hafif

Ardımdan gelmek isteyenlere

Birer revolver veriyorum

Her şey biraz daha hafif olsun diye

Üzgünüm

Güzel şarkıları bitirdik

Müzik kutusuna lanet çöktü

Herkes o kadar neşeliydi ki söyleyemedim

Şimdi söylüyorum

Ve susuyorum sonra

Umurumda değil

Yarına ne olacak kaygısı

Evet evet,

Bize dar gelen bir şeyler var

Günah yüzdürdüğümüz şişeler

Ve şehirler

Her birinde gözyaşımızı saklardık

Utanması yoktu denizlerin

Bizi anlardı

Ve birinin gözlerine baktığımızda

Dünya küçülürdü eskiden

Çok eskiden

2+2’nin cevabı hiç değilken.

Bu yüzden daralıyoruz şehirlerde

Sığmıyoruz sokaklara

Duramıyoruz kalabalığın içinde

Sonumuz ne mi olacak?

Hayır, böyle sorular sormuyoruz burada

Çünkü burada soruları soran adam

Ölüdür

Ve haklıdır katilleri

Güllerin

Elini masaya koy

Revolverini al

Ve arka odaya geç bayım

Birazdan yanındayım