13 Mart 2009 Cuma

SUYA BAKMAK


Bir su kıyısında oturuyorum:

Sesinin yırtılan kadifesinden hatırladığım bir tını yine duyuluyor. Balıkçılar yorgun sandalları kıyıya çekiyor. Nerde bir dalga salınımı hızlansa içim acıyor. Bazılarının alarga vakti çoktan geçmiş. Kim bilir kaç yitik gün daha böyle sessiz sedasız kıyıyı bekleyecekler. Sandallar da yaşlanır. Onların da el yordamıyla biçilmiş muhtemel bir ömürleri var. Balıkçılar bunu biliyor. Yorgun akşam seferlerinden her dönüşlerinde bir kez daha hatırlayıp bağ koparıyorlar mavinin yanan yüzüyle. Deniz mi onları bırakacak, yoksa onlar mı denizi? Her gün bu bitimsiz pazarlığın içinde sıyrılıp rakı kadehlerinde cevaplar buluyorlar.

“Her şeyin bir ömrü var” diyor yorgun elleriyle kent atlasları çizen adam. Bakıp bakıp unuttuğu gözlerime cevaplar bırakıp ipek yolları örüyor sır tutan hayatıma.

Bir su kıyısından dünyaya bakıyor hayata ağlar ören gözlerim.

Mezopatamya’da bir çocuk eski medeniyetlerin hikayelerini dinleyerek zihninde bir türlü yerleşmeyen imgelerle savaşıyor. Sen o çocuğun gözlerinde bir yer ediniyorsun kendine. Gittiğin sınır şehirlerinde bombalar patlatırken insanın karmaşıklaşan yanı, bir mayın tarlasının önünde çektirdiğin bir fotoğrafı yolluyorsun yılların ardından. Mezopatmayalı çocuk sana bakıp şaşırıyor. “Aklı da kendisi gibi kayıp bir yabancının tanrının unuttuğu bu topraklarda ne işi var?” diye düşünüyor. Hikayelerin insanları getirebildiği yerlere şaşıyoruz.

Bir su kıyısından parçalara ayrılmış kalbini izliyorum.

Yaralarımı tuzlu suya batırıp iyileştirmeyi umuyorum. İyileşmeyen yaralar kendi mevsimini yaratıyor her seferinde. Her seferinde biraz daha silinmiş oluyor ufuk çizgisi. Elimdeki tüy kalemle üzerine rötuşlar atıyorum. Çizgi yerinden biraz daha kayıyor. Hayatlarımız gibi sürekli oynuyor yerinden. Kalemimin ucu dünyayı kanatıyor. Biraz daha mı koyulaştırmalı? Bir şilebin geçişi beni durduruyor. Yaralarımız böyle de kapanmayacak, bunu biliyorum.

Bir su kıyısındayım.

Uğruna saatlerce kavga ettiğimiz eski bir kartpostal kıyıya vuruyor. Eski bir Prag kahvesinde Kafka ucuz tütün ve kahve içiyor. Prag’ın arka sokakları aşk ve ter kokusu üflüyor üzerimize. “Kafesin biri bir kuş aramaya gitti.” diyor Kafka. Saatlerce hayal kurup uğruna kavgaya tutuştuğumuz kartpostal, özgürken yaşamayı unuttuğumuz hayatı alıp sessizce sulara gömüyor. Şimdi başka kentlerde gün sayarken biz, kartpostal kıyıdan bir hayli uzaklaşıyor. Tutsaklığımız, yaşayalım diye bir kenarda beklettiğimiz güzel günlerimizin üzerini bir kum fırtınasıyla örtüyor. Çöl kumlarının arasında zar zor açabildiğin gözlerinin kıyısında kaçak bir yakamoz saklıyorsun. Bu deniz tüm sırlarımızı biliyor gibi. Birazdan kimse okumasın diye üzerimizi örtecek.

Bir su kıyısında akşamı bekliyorum.

Deniz kabarsa, taşsa diyorum. Aç bir ejdarha gibi kötü masalların içinden çıkıp gelse ve hepimizi yutmaya kalksa. Bu kirli kalabalık, bu anılar mezarlığı, kalbimizin bir kıyısında ahmak bir telaşla beklediğimiz alarga vakitleri, saatler, bombalar, inkarımız, itikadımız, ihtirasımız, bizi bizden eden ne varsa o ejderhanın mide kazıntısına kurban giden atıştırmalık bir öğünde harcansa. Sular kaplasa kentleri.

Yüzyıllar sonra yapılan kazılarda inancın kırık fosillerini bulsa insanlar. Bir aşkın çığ gibi büyüdüğü, kalplerin çığ gibi büyüdüğü, açlığın, sahiplenme duygusunun ve öylesine söylenmiş yalanların çığ gibi büyüdüğü bu zaman dilimine hayretle baksalar. Balıkların ve balıkçıların hikayeleri, çağının en büyük tanıkları sayılarak yeniden yazılsa…

Senin hayatı kurak bir toprağın suyu içine çekmesi gibi yaşayan yüzünden bir parça kalsa yarına, ne olur?

Bir su kıyısı düşü işte…

Suya içimden bakıyorum:

Artık yitik öykülerini elinden tutup kaldıramadığım bir ana doğru gidiyorum. Gece kulağıma geleceğini fısıldıyor. Hiç çağırmasam da beni yalnız bırakmayan bir tek o var. Yine oturup hiçliğin hücrelerine ayrılacağız birlikte. Gün doğacak diye düşünüp, onun bir pamuk ipliğine yazıldığını bir kez daha anlayacağız. Birazdan bu su kıyısından ayrılacağım. Balıkçılar da ayrılacak, sen de ayrılacaksın. Acemi bir kürek mahkumu gibi hayat yine omuzlarımıza ağır gelecek. Bir an önce bitsin diye dua edeceğiz önümüzde bilmem kaç deniz mili uzaklığında serilmiş oyunlarımız için. Mesafeler diline dolar insanı. O kadar aldanmışızdır ki, sonunda elimizde hep daha fazlasının olduğunu sanan ahmaklardan oluruz

“Denizi bir testiye doldursan ne alır? Bir günün kısmetini” diye yüzyıllar ötesinden kulağımıza fısıldar Mevlana. Biz bunu duyduğumuzda, bir çok şey için geç kalmışızdır

Suyu bırakıyorum:

Kimsenin bakmadığı bir tarafında bir kıyının, gözlerin beliriyor ve yıllar önce kalbimden kurşun akıtan sözlerimi çıkarıyorum sakladığım yerden. Senden değil, sulardan alacaklıyım artık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder