30 Aralık 2008 Salı

SAATLER

Herkesin önündeki uçuruma bir işaret koyup boşlukla hesaplaşabileceği bir gün, elerimde karanlık çağıldıyor. Bir yağmurun unutturduğunu bir eski anı hatırlatırken, eski bir sandıkta yaşlanıyor fotoğraflarımız. Hani açmaya cesaretimiz yok diye kilitleri görmezden geldiğimiz dalgalı bakışlarımız gibi, bir eski zaman göçmeninden ödünç aldığımız mutluluklarla yaşamaya çalıştığımız günler gibi, bakmayı beceremediğimiz gözler ve söylerken utandığımız sözler arasından geçip gidiyor ölümlü yanımız. Neyi eksilttik bu kadar? Nerde eskidik? Neden çok bilinmeyenli görünen denklemler için bildiğimizi feda ettik? O zaman daha kısa ve daha sade miydi saatler? Şimdiki gibi katlanmamız gerekmiyor muydu yoksa? Evet, saatler önümüzdeydi o vakitler. Henüz yaralı bir atı inatla yarışa süren seyisler değildik. Kaybettiğimizi anlayıp, yenileyebiliyorken hayatı, şimdi saatler ardımızda kaldı. Zaman koşturmacasında kanlı ellerimiz öğretmedi bize yenilgiyi. Ne kazanmak ne yitirmek yetti bize. Şimdi hayal peşinde seyreden fırtınalı bir gemiyiz. Bütün yarışlardan atılmış, bütün sürgünlerden alacaklı tahtından kovulmuş sultanlar gibi şaşkın bakıyor gözlerimiz.
Saatler… Akreple yelkovanın akıl almaz koşusu. Vuslat peşinde hiçliğe uzanan öykülerimiz gibi yalnız ve uzun ve ağır ve yaralı ve ne kadar kasvetli hal varsa içimize bulaşmış. Ama devam ediyor. Saatler öyle bir anı işaretleyecek ki bir gün, ölümsüzlüğün kurmacası içimize işleyecek. Bir şeyler ortaya çıkacak sanki. Kilitlerimizi açıp, yarışlarımızı bitirdiğimizde, sen uğruna kavga ettiğimiz sararmış gazete kupürlerini anlayabilecek kadar beni bende görebilmeye başladığında…
Saatler hiç ihanet etmedi bize aslında. Aramızda bir şeylerin biteceğini, başka kentlerin şarkılarının her yerden duyulmaya başlayacağını bize daha en başında söyledi. Biz kendi içimizdeki fırtınadan başka her şeye sağırdık. Hele ben… Ben sadece seni duyuyordum. Seni duymadığım zamanlarda uzayıp giden tren raylarına bakıp yağmuru dinliyordum. Saatlerin sesini duyamadım, kilitli sandığın içinden gelen sesleri duyamadım. Senin içten içe yalnızlık büyüten çığlıklarını, senin gözlerinde tüm dünyayı ateşe verebilecek kadar cesur bakışlar kuran sessizliğini, benim bu kırgın Aralık sonunda neye yeniden başlayacağımı hiç bilemeden bekleyen yorgun iniltilerimi, hiçbirini… Hiçbirini duyamadım.
Şimdi bir yıldönümünün puslu grisinde bedenimi ikiye ayırarak içimden geçip giden karmaşadan kurtulduğum anlarda fark ediyorum ki, o sandığın içinden sesler geliyor. Bir şeyler deviniyor. Sen ve hikayen, ben ve sevda öyküleri, kent ve akış, kader ve çizgiler yer değiştiriyor. Hayat aslında hiç tanışmadığımız bir gidişatın tınısıyla örülebiliyor sadece. Açılması gereken sandıklar açılıyor, kilitleri yuvasında döndüren anahtarlar oluyor aşklar. Kalabalıklar büyüyor durmaksızın, yalnızlıklar büyüyor.” Elinde tutabildiklerini getir” diyor hayat bize, “Senden kalanı getir. Tüm o savaşlarından, uğraşlarından, dayanabildiklerinden, verdiğin tavizlerden ve ödediğin bedellerinden geriye ne kaldıysa, elinde ve kalbinde kimi bıraktıysan onu getir” diyor. Bu pazarlığa dayanamıyor insan yanımız. Ne sen ne de ben o kadar güçlü olmayı istemiyoruz. Ne sen ne de ben savaşlarımızı bitiremiyoruz. Sandıktan sesler geliyor. Saatler bizi durmadan geride bırakıyor. Akrep yelkovana küserken ince bir Aralık sızıyor penceremden. Yorgunluğumu hissedebilecek kadar kendime asılıyorum. Odanın bir köşesinde açık kalmış bir televizyondan meteoroloji uyarıyor, kar yağabilir. Soğuk hava ülkeyi kuşatabilir. -Soğuk havanın ruhumuzu kuşatmadık yanı kalmamışken üstelik.- Sonra erken seçimden bahsediyor birileri. “Hükümet düşmeli” diyor bir diğeri “Ve siz güdülmeye mahkum insan yığınları, hükümet düşer düşmez beni seçmelisiniz.” Açlık bağırıyor bir yandan, çalınmış hayatlar, kuşatılmış özgürlükler ve kan bağırıyor ülkenin her yerinde. Yaşamak için bizlere bırakılan alanların gitgide daraldığını fark edemiyor insanın büyüyen yanı. Çocuklar gibi gülümseyerek özgürlük şarkıları söyleyebileceğimiz günler gri duvarlar ardına gömülürken sen ve ben hakkındaki her şeyin ipuçlarını haber bültenlerinde bulabileceğimi fark edip irkiliyorum.
Biz de ülke kadar çaresiziz işte. Kırılıp dökülen bir şeyleri el yordamıyla toplamaya uğraşırken, çocuk yanımızı koruyamazken, özgürlüğümüzü göz göre göre çaldırırken, birileri bizim yerimize iktidar olmaya çalışırken bizim hayatlarımızda, çaresizliğimiz gözbebeklerimizde büyüyor.
Sandıktaki sesler gitgide şiddetleniyor. Aralık penceremi aşıp içime sızdı az önce. Sana söyleyecek son sözlerim kalemimin ucunda, kalemim kağıdı teğet geçerken uzun uzun saate bakıyorum. Saatler, hepimizden daha fazla söyleyecek sözü olan saatler… Onlara katlanıyorum.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder